Marksist Bakış Açısıyla Yeni Sosyal Hareketler ve Devrimci “Sunum”: Dijital Çağın Yükselişi

Karl Marx’ın tarihsel materyalizm perspektifi, toplumsal dönüşümlerin temelinde ekonomik yapıların ve üretim ilişkilerinin yattığını öne sürer. Ancak, 21. yüzyılda yeni sosyal hareketler, geleneksel sınıf mücadelesinden farklı bir biçimde örgütleniyor ve daha çok kimlik, ekoloji, insan hakları gibi konular üzerine odaklanıyor. Bu bağlamda, Marx’ın öngördüğü sınıf bilinci, bugün dijital çağda ve teknolojik devrimlerin etkisiyle yeniden şekilleniyor. Peki, bu yeni hareketler gerçekten devrimci mi, yoksa sadece mevcut kapitalist düzenin içinde yeni bir direnç formu mu oluşturuyor?

Dijital Teknolojiler ve Yeni Proleterya

Marx’ın kapitalizmin temel dinamiklerini açıklarken kullandığı “proleterya” kavramı, bugün hala geçerliliğini korumakta. Ancak, dijital çağda işçi sınıfı, sanayi devriminin mavi yakalı işçilerinden, dijital emekçiler ve "gig ekonomisi" çalışanlarına evrilmiştir. Dijital platformlar, bireylerin emeğini "esnek" ve güvencesiz bir şekilde pazarlamasına olanak tanırken, Marx’ın yabancılaşma teorisi bu yeni çalışma biçimlerinde de kendini gösteriyor. İşçiler, emeklerinin ürünlerinden giderek daha fazla kopuyor, bu da modern kapitalist sistemin ruhsal (psikolojik) anlamda yarattığı derin tatminsizlikleri artırıyor.

Bu noktada, Marx’ın “yabancılaşma”/“Entfremdung” kavramı, dijital dünyada daha da derinleşmiştir. Özellikle sosyal medya ve dijital platformlar aracılığıyla bireyler, kendi kimliklerini dijital olarak yeniden üretiyor ve bu da onları hem kendilerine hem de topluma yabancılaştırıyor. Dijital kapitalizm, bireyin kendisini özgürce ifade edebileceği bir alan sunuyor gibi görünse de aslında onu sürekli olarak tüketim ve performans odaklı bir yapıya entegre ediyor. Bu açıdan bakıldığında, sosyal medya hem bir araç hem de bir iktidar mekanizması olarak Marx’ın öngördüğü “üst yapı”nın dijital temsiline dönüşüyor.

Yeni Sosyal Hareketlerin Yapısı

Yeni sosyal hareketler, Marksist devrim anlayışından farklı olarak, sınıf mücadelesinin ötesine geçiyor ve kimlik politikaları, ekolojik adalet ve insan hakları gibi konulara odaklanıyor. Marx’ın kavramsallaştırdığı gibi, devrimci hareketlerin temelinde ekonomik adaletsizliklerin yattığını söylemekle birlikte, bu hareketlerin "hegemonya" kavramını Gramsci’nin yorumuyla anlamlandırmak daha faydalı olabilir. Dijital çağın sunduğu iletişim olanakları, bu hareketlerin hızla büyümesini ve küresel çapta örgütlenmesini mümkün kılıyor.

Ancak Marx’ın temel eleştirisi, bu hareketlerin gerçek bir devrim potansiyelini taşıyıp taşımadığına yöneliktir. Dijital kapitalizmin dinamiklerine karşı geliştirilen tepkisel hareketler, kimi zaman sistemin içinde bir tür güvenlik vanası işlevi görebilir. Yani, bireylerin öfke ve hayal kırıklıklarını dijital ortamda ifade etmeleri, gerçek bir devrimci dönüşümden ziyade pasif bir direnişe yol açabilir. Burada Marx’ın öngördüğü "devrimci praxis"/“devrimci eylem” ile dijital dünyadaki sembolik eylemler arasında derin bir fark bulunmaktadır.

Dijital Devrimin Potansiyeli

Dijital teknolojiler, üretim araçları üzerinde bir hakimiyet kurarken, bilgi ve veri akışını kontrol eden küçük bir elit sınıfın ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu, Marx’ın sermaye birikimi analizine oldukça uygun bir biçimde dijital alanlara da uygulanabilir. Blockchain teknolojisi gibi yeni teknolojiler, merkeziyetçi yapıları sarsacak potansiyellere sahip olsa da, yine bu teknolojilerin kapitalist sistemin çıkarları doğrultusunda nasıl yeniden yapılandırılabileceği sorusu önemlidir. Marx’a göre, gerçek bir devrim, üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyetine geçmesiyle gerçekleşecektir.

Bu noktada, dijital devrimlerin potansiyeli üzerine yapılan analizler, Marx’ın öngördüğü köklü bir toplumsal değişimden çok, teknolojinin bir araç olarak nasıl kullanılacağına bağlıdır. Eğer dijital teknolojiler, eşitlikçi ve kolektif bir bilinci destekleyecek şekilde kullanılırsa, gerçek bir devrimden söz edilebilir. Ancak şu anki kullanım şekilleri, bireyleri daha fazla tüketime, daha fazla bağımlılığa ve daha fazla bireysel performansa yöneltmektedir.

Devrimci Bilinç ve Gelecek!

Karl Marx, toplumsal değişimlerin maddi koşullarla doğrudan bağlantılı olduğunu vurgularken, dijital çağda yeni devrimci bilinç biçimlerinin oluşması gerektiğine de işaret eder. Yeni sosyal hareketler, kimlik ve haklar temelinde yükselirken, gerçek bir sınıf bilincinin eksikliği, bu hareketlerin devrimci potansiyelini sınırlandırabilir. Marx’a göre, toplumsal dönüşümün asıl motoru, üretim ilişkilerinin ve sermaye yapısının köklü bir şekilde değişmesi olacaktır. Ancak, dijital devrim bu potansiyele sahip mi, yoksa sadece kapitalizmin yeni bir aşamasını mı işaret ediyor? Bu sorular, 21. yüzyılın en önemli sosyolojik ve felsefi meselelerinden biri olarak karşımızda duruyor.

Devrimci bilinç, sadece toplumsal eşitsizliklere tepki vermekle değil, bu eşitsizlikleri ortadan kaldıracak radikal bir eylem planı ile desteklendiğinde anlam kazanacaktır. Marx’ın gözünden bakıldığında, dijital çağın sunduğu olanaklar, ya devrimci bir dönüşüme yol açacak ya da bireyleri sistemin içinde daha derin bir yabancılaşmaya sürükleyecektir.