40,2605$% 0.13
46,7434€% 0.12
53,9764£% 0.26
4.321,42%0,57
10.219,48%-0,06
4784426฿%1.68037
21 Temmuz 2025 Pazartesi
Her insanın içinde bir titreşim vardır/çalar; bu titreşim, sadece beden ve fiziksel enirjiyle değil, ruhla olan temasın derinliğiyle şekillenen bir titreşimdir. Alevilik, bu titreşimi açığa çıkaran; açık ve seçik düşünce ölçütlerini Anadolu bilincinde yaşatan ve bir içsel çağrıya dönüştüren, kadim bir bilinçtir. Burada ne korku egemen olur, ne ritüelin soğuk uçukluğu. Sadece, ışığın kaynağı olan bilincin kendini bulduğu/bulma çabasının hakim olduğu, bir yol vardır.
Açık ve Seçik Düşünebilme Öğretisi!
Açık, zihne girip bulanıklıkları dağıtan, düşünceyi netleştiren berrak algıdır.
Seçik, netliğe ulaşan düşüncenin, başka hiçbir kavramla karıştırılamayacak özdeşlikte, hissedilmesidir.
Yani dini uçuk hikayelerin, sırlığına kapılmamaktır!
Ancak zihni bulanıklıktan arındırdığında, düşüncenin karanlık köşelerinde değil, aydınlıkta dolduğunda açık bilgiye erişebilirsin. Ancak o açık bilgi, kendi metalinden/özünden başka hiçbir şeyle karıştırılamayacak kadar seçikleştiğinde, yanılmaz hale gelir. Alevilik bu iki kavramı, zihinsel uyanışı bedensel ritim, enerjisel farkındalık ve sezgisel doğa ile birleştirerek farklı bir harita/hedef çıkarır:
Bilincin açıklığı, nefesle, semahla, deyişle düzenli bir disiplinle inşa edilir.
Seçiklik, bu pratiğe içkinleşen bir enerji hâlidir: Beden, zihin ve ruh aynı anda ona erişir.
Dinlerin Cennet ve Cehennem Karanlığından Aleviliğin Kendini Bulma Arayışına
Dinsel tanımda “cehennem” korkudur, tehdit mekanizmasıdır. Alevilikte gerçek cehennem, bilinçsizliktir ve yani zihin bulanıklığıdır, kalbin duyguya esir düşmesidir, “kapı açan nefes”in kesilmesidir.
“Cennet” ise dışsal bir ödül değil, kapısı açık ve seçik bir bilinç hâlidir. Buradaki hal tanımı elbette dinlerdeki suskunluk değildir!
Alevi Erenleri bunu şöyle anlatır:
Önce, bilinç bulanıktır.
Sonra, sorgulama başlar ama karışıklık hakimdir.
Bilinçlenerek, iç ses duyulur,
”Erişerek”, tüm akıl yürütmenin berrak, tüm kalbin huzurlu, bedenin enerjik olması (kavramsal ve/veya keramet gücü, örneğin Ulu Ali’nin bilekte ve yürekte hakim gücü)dır!
Cem ritüeli bu yolun paleolitik öncesi ulaşamıdır! Her nefesle açıklığa, her semahla seçikliğe adım adım yaklaşılır. Elbette tiyatral sunumlar için yapılmadığı sürece. Seyir için olmaya, varmak için ola…
Enerji Temel Sebep Bilinci!
Alevilikte keramet, liderin mucizeleri değil; enerji alanını yönlendirebilen sezgisel zekanın bütünsel varlığıdır. Bu sezgisellik, dinde olduğu gibi belirsizliğe vurgu ile konuşmak değildir. Dedenin kendi içerisinde bulunduğu hale vurgudur. Sezgiyi kullanır, anlatmaz veya övmez.
Dedeler “enerji ekolojisini” yönetir: Bir acı içinde olanı rahatlatır, uğursuzluğu tarifler, toplumu bilince çağırır. Yani keramet, enerjisel bir tümleşmedir. Ayrıca bilinmelidir ki bu enerji yönetiminin temelinde, topluluk içindeki her üyenin birbirine tam bir saygı ve sevgiyle yönelmesi vardır.
Bu, nöral-psişik dönüşümsel bir pratiğe yaklaşır: Bedenin ve zihnin frekansını bilinçle hizalayan etkin bir “enerji yönetim sanatı”dır. Bu sanatı gerçekleştirdiğinde insan, hem kendini hem çevresini kendi bilincinin ışığıyla iyileştirir. Zira ol deyince olan nasıl bir yaratımsa, Tanrısal birliğe ulaşma cevherinde olan kişilerin enerjiye var deyince, hastalığın iyileşmesi de ondandır. Anlaşılır kılmak için şu söylenebilir, ol demek bilgisayarın yapılması ve kodların işlevselliğinin atanmasıdır, var demek ise bu kodların nasıl çalıştığını bilerek gerekli komutları girmektir. Hastalığın iyileşmesi kısmı çıktısı alınan maddesel “ürünün” düzgün bir şekilde yazılmasından ibarettir. Elbette sorun içselse, örneğin bir bilgisayar oyunu gibi, doğru kodla sorunun çözülmesi demektir.
Enel Hak “Kendinle ‘Bir’ Olmak”
En temel ifadesiyle duygu ve düşünce denilen ikiliğin ortadan kalkmasıdır. Bu cümle, Alevi geleneğinde “kitap”la değil, dünyevi sığ kavramsallığın dışına çıkmakladır. Sığ duygu ve bilgiyle değil, enerjiyle kavrama yoluyla/mantığıyladır.
İçsel aydınlık ile dışsal var oluş bir araya gelir. Yani yaratımın en temel sebeplerinden biri böylece gerçekleşir. Burada bir kaç konuya değinmek zorunludur.
Sığlık, düşünüyorum öyleyse ben ve hakikat aynı atomun içindedir. Gerçeklik, atom “bir ve bütünün” yansımasıdır, der.
Fakat örneğin, Aleviliğin dilinde bu “nefes”tir; nefesle zihnin açıklığı ve sezginin netleşmesi yapılır. Nefesin seslerle buluşmasından doğan titreşim, doğan enerji, doğan yaratım tam da bu sebeple yine “nefes” diye anılır! Nefes, ruh, Yaratıcı gibi kavramlar, gölgelerin kapsayıcılığına esir ve bir değildir. Okudukça demek istediğimi anlayacaksınız.
Din Değil İnançtır!
Aleviliği din olarak sınıflandırmak yanlış olur. O bir manada ruh disiplini, iç disiplin yoludur. Tam da bu sebeple bütün dinler, devletleri korumak için, sistemleri korumak için, sömürüyü sürekli kılmak için, korkuyu pekiştirmek için vardır. İnsan bu bağlamda ezik günahkar kul ve tebaadır. Oysa Alevilikte insan bütün var olanlar gibi Tanrısal bir dışa vurumdur. Yani Tanrı salt bir ve öteki değil, bir ve bütün olandır. Bütünün özünde olandır. Fakat bu ifade kavramsal sığlık içerisinde bulunan insanların, görünen evrenden onun içsel enerjisine gidiş mantığıyla duruma yaklaşımından kaynaklanan, yanılsama temelli yönelimle anlaşılabilir bir gerçeklik değildir. Belki kısmen söylenebilir ki güneş “bir ve bütün” olanken, niyetler maddenin kendisi, gölgelerse şeklin kendisidir. Yani gerçek dünyada var olan maddenin kendisi aslında bir gölgedir/şekildir. Öyleyse şekil kapsayıcı olamaz, gölge kapsayıcı olamaz! Fakat kavramsal sığlık gölgenin kendisini varlığın özünü kapsayan bir bütünlük olarak ele alır.
Bundandır ki;
Din, genelde korkuyla kurulur.
Alevilik, cesaretle açılmaya dayanır.
Alevi olmak, dine mensup olanların beklentisi içinde olmak değil; insanın kendini kurduğu, enerjisini/yönelimini dönüştürdüğü bir yolculuktur.
Toplarken, bu yazı bir özet değil; bir çağrıdır! Dernekçiliği Alevilik sananlara uyarı mahiyetinde! Aleviliği yorumla ve diğer dünyaya bırakılmış bir beklentiyle değil, deneyimle yaşa. Ara ve bul! Açıklığı zihninle yurtsuzlaştırma – onunla derinleştir. Seçikliğe dikkat et – sezgini doğrulayan eyleme geç. “Nefes” ve “semah” birer ritüel değildir; enerji meditasyonudur. Anla! Anla çünkü Alevilik dinlerin büyük sözleri ve kendi içerisindeki sağlığını ortadan kaldırmak ve/veya görünür kılınmasını engellemek için sarf ettiği hikayeler değildir! Çünkü gölgelerin bilgisi/zihin değildir bizim gerçeğimiz, bu dinlerin işidir, bilinçle yapılır inanç. Yani daha yerinde bir ifadeyle, hikayelerin kulağa hoş gelen büyüsünden kurtulup, gerçekliğin duru ve belki ilk etapta sığ beyinleri şaşırtan bilinciyle elde edilir, sır. Şöyle anlaşılır bir örnek daha verilebilir, okullardaki öğrenciler bilgi ile harmanlanmıştır. Bu öğrencilerin bilgisi Einstein’ın fizik bilgisinden daha fazladır. Fakat Einstein bir bilinçdir. O yüzden bilgide fazla olanlar bilinçte fazla olanların yaptıklarını asla yapamazlar.
Hiçbir Ulu (peygamber) yığınlarla kitap hatta tek bir kitap bırakmamışken, uluların peşinden gittiğini iddia eden din adamları binlerce sayfalık kitaplar çıkartırlar. Korkuya, sığlığa, büyüye, tükenişe götüren kitaplar! İçinde uluların/erenlerin birtakım sözlerinin de olduğu kitaplar!
Çünkü çağrı şudur:
Yüreğini aç, zihnini berraklaştır, enerjini hizala. Hakikat, seni yaşamınla bütünleştirir. Dinlerin duygusal tatmin sağlığına düşme. Bu yolda yürümek, kendine varmak, kendini bulmak, ritüeller ve yani dini etkinliklerle olmaz. Mesele açlığını doyurmak değil; kendini bulmaktır. Kendini bulduğunda gölge sadece bir gölge olur. Fakat gölgede kalırsan niyetin bittiğinde bir hiç olursun.
Bielefeld’de tantuni denilince akla gelen ilk adres olan By Yol Restaurant Cafe Bar, eşsiz lezzetiyle tantuni tutkunlarının vazgeçilmez mekanı haline geldi. Bielefeld Tantuni sevenlerin uğrak adresi, yılların deneyim ve kalitesini burada da gösteriyor. Usta ellerden çıkan, özel tariflerle hazırlanan tantuniler, damaklarda unutulmaz bir tat bırakıyor. Siz de en iyi tantuni Bielefeld örneği için yerinizi alabilirsiniz.
Bielefeld’de En İyi Tantuni Deneyimi
Bielefeld tantuni nerede yenir sorusunun cevabı net: Bahnhofstraße 47, 33602 Bielefeld adresindeki By Yol Restaurant Cafe Bar’da. Burada, tantuniye özgü baharatların ve taze malzemelerin mükemmel uyumuyla hazırlanan lezzetler, tantuni severlere benzersiz bir deneyim sunuyor. İşte tantuni Bielefeld denilince gidilecek adres.
By Yol’da Tantuni Keyfi İçin Hemen Rezervasyon Yapın!
Bu eşsiz lezzeti tatmak ve Bielefeld’in en iyi tantunisini deneyimlemek için hemen rezervasyonunuzu yapın: 0521 986 26 655
Tantuni, ince doğranmış etin sacda baharatlarla harmanlanarak pişirilmesiyle yapılan, hafif ama doyurucu bir lezzet. Tantuni Bielefeld mutfağında nadir bulunan bir seçenekken, şimdi By Yol Restaurant Café Bar bu özel lezzeti müdavimleriyle buluşturuyor. Öyle ki Tantuni ilk günden itibaren çevre şehirlerden de gelen, lezzet tutkunlarının uğrak adresi oldu.
Tecrübeli usta Cenk Ali Mert, tantuniyi geleneksel tarifine sadık kalarak hazırlıyor. Lavaş veya ekmek arasında sunulan tantuni, sumaklı soğan ve bol yeşillik ile tamamlanıyor. Peki, Bielefeld tantuni nerede yenilir? Cevap net: En iyi tantuni lezzetlerinden biri Bielefeld’de By Yol Restaurant & Café’de!
📍 Adres: Bahnhofstraße 47, 33602 Bielefeld
📞 Rezervasyon: 0521 98626655
🌐 Daha fazla bilgi için: By Yol Restaurant Café Bar’ı ziyaret edin!
Ancak Türkiye’de, bu ideallerin taşıyıcısı olduğunu iddia edenler dahi, yüzeysel sloganlar ve karalama kampanyalarıyla yetinerek, kendilerini bu ideallerin mirasçısı sanma yanılsamasına kapılmıştır. Atatürk’ün partisi bile, bugün, onun derin felsefesine ve halkla kurduğu organik bağa yabancılaşmış durumdadır. Yalnızca rakiplerini küçümseyerek ya da sloganlarla kendini yücelterek hakikatin ve halkın yanında olduğunu zannetmek, en büyük aldanışlardan biridir. Bu durum, yalnızca toplumu değil, aynı zamanda kendini de aldatmanın ve çürümenin bir tezahürüdür.
Asıl trajedi, bu ideolojik sapmanın, halkın kolektif bilincini ve dayanışma duygusunu zayıflatmasıdır. Gerçek sosyalizm ve Atatürkçülük, insanı ve onun değerini merkeze alan, bireyin ve toplumun sömürülmesine karşı çıkan bir yapıdadır. Bugün bu idealleri basite indirgeyerek, içini boşaltarak sürdürülen bu anlayış, yalnızca halkın değil, kendi tarihsel mirasının da istismar edilmesinden başka bir şey değildir. Sömürü düzeninin en sinsi biçimlerinden biri de, ideolojik iddialar altında, insanlara ve onların değerlerine yabancılaşmaktır.
Slogancılık Kıskacında Türkiye: Sol, Sağ ve Toplumsal Çürüme!
Türkiye’nin özellikle son 20 yıllık süreci, yalnızca iktidar kaynaklı bir yozlaşmanın değil, muhalefet cephesinin de aynı derecede yüzeysellik ve çürüme girdabında kaybolduğunu göstermektedir. Sol, sosyalist ve Atatürkçü çevreler dahil olmak üzere, kendini eleştirel mantıkta ve ilerici olarak konumlandıran birçok gazete ve medya kuruluşu, toplumun örgütlenmesine engel olan sloganvari söylemleri ve yüzeysel eleştirileriyle çürümenin farklı bir cephesini oluşturmaktadır. Öyle ki, sadece iktidarın yanlışlarını eleştirme üzerinden bir başarı hikayesi yazma çabası, muhalefeti eleştirel düşünceden uzaklaştırarak bir tür kısır döngüye hapsetmiştir. Sağ ve sol kanatlar, birbirlerini “alçaklıkla” itham eden söylemleriyle aslında aynı sömürü düzeninin farklı yüzlerini teşkil etmektedir.
Bu yazıda, sloganlarla yönetilen, sorgulamadan uzak, birbirine düşman iki toplumsal kesim yaratmaya dayalı bu düzenin kökenleri incelenecek, sol ve sağ eksenli çürümenin toplumun örgütlenme kapasitesine ve insanlık değerlerine nasıl zarar verdiği değerlendirilecektir.
Solun Yüzeyselleşmesi ve Örgütsüzlük
Sol ve sosyalist çevrelerin tarihsel olarak toplum örgütlenmesinde önemli bir rol oynadığı bilinse de, günümüz Türkiye’sinde bu çevrelerin büyük bir kısmı bu misyonlarından uzaklaşmış durumdadır. Atatürkçü ve sosyalist gazete ve dergiler, çoğu zaman iktidarın “sözde büyük yanlışlarını” ifşa etmekten öteye geçemeyen, eleştiriyi sadece bir “haz” haline getiren bir retorik içinde sıkışmıştır. Bu bir tarafıyla da iktidar tarafında olanların taraftarlarının korkuyla iktidara daha fazla bağlanmasına sebebiyet vermektedir. Çünkü halk,“ sunumsal bir gerçeklik de olsa” muhalefetin güçsüz iktidarınsa acımasız olduğunu bu şekilde anlamıştır.
• Slogancılık ve Yüzeysel Eleştiri: Bu çevrelerde sıkça görülen bir durum, toplumun gerçek sorunlarına odaklanmaktan ziyade, iktidar karşıtı basit sloganların arkasına sığınılmasıdır. “Tayyip gitsin, her şey düzelir” türü sığ yaklaşımlar, muhalefetin, kendi alternatifini yaratma sorumluluğunu üstlenmesine engel olmaktadır.
• Örgütlenme Zafiyeti: İktidarı eleştirmenin ötesine geçemeyen sol, toplumu birleştirici bir dil ve eylem pratiği geliştirememekte, aksine, bireylerin örgütlenme kapasitesini zayıflatmaktadır. Sosyalist hareketin köklerinde yatan dayanışma ve birlikte hareket etme fikri, bugün yerini bireysel popülizme ve söylemsel hazza bırakmıştır.
• Karşı Tarafın Alçaklığına Odaklanma: Sol medya, çoğu zaman sağ ve muhafazakâr kesimi “alçaklık” ve “sığlık” üzerinden eleştirirken, bu söylemin kendisinin de sığ bir eleştiri haline geldiğini fark edememektedir. Bu, sadece bir kutuplaşma yaratmakla kalmayıp, solun kendi içindeki çelişkilerini görmesine de engel olmaktadır.
Sağ Kanadın Yüzeyselliği ve Sömürü Mekanizması
Sağ-muhafazakâr kesim, sloganlar ve hamasetin toplumu manipüle etmek için en çok kullanıldığı alanlardan biridir. Türkiye’de sağ siyaset, din ve milliyetçilik üzerinden bir söylem inşa ederek toplumsal örgütlenmenin önünü kesmiş, bireylerin toplumsal sorunlar karşısında pasifleşmesini sağlamıştır.
• Sloganik Milliyetçilik ve Dini Söylem: “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” gibi hamasi sloganlar, toplumu düşünsel olarak felç eden bir işlev görmüştür. Bu sloganlar, toplumsal sorunları tartışmayı imkânsız hale getirirken, bireylerin eleştirel düşünme kapasitesini zayıflatmaktadır.
• Kutuplaştırıcı Söylemler: Sağ siyaset, toplumu “biz” ve “onlar” üzerinden ikiye bölen, kutuplaştırıcı bir söylem benimseyerek, kendi tabanını konsolide ederken, toplumsal dayanışmayı ortadan kaldırmıştır.
Sol ve Sağ Söylemin Ortaklığı: Sömürü Düzeni
Sol ve sağ söylemler, yüzeysel eleştiriler ve sloganlara dayalı bir siyaset anlayışı üzerinden birbirini beslemektedir. İki taraf da toplumu birleştirme, ortak değerler etrafında buluşturma ve örgütlenme kapasitesini artırma sorumluluğunu yerine getirmekten uzaktır.
• Birbirini Besleyen Kutuplaşma: Solun, sağın basitliğini ve alçaklığını sürekli vurgulaması, sağın ise solu “din düşmanı” ya da “elitist” olarak damgalaması, birbirini besleyen bir kısır döngü yaratmaktadır. Bu döngü, her iki tarafın da kendi tabanlarını radikalleştirmesine ve toplumun ortak bir noktada buluşmasını engellemektedir.
• Toplumun Örgütsüzlüğü: Sağ ve sol söylemler, toplumun örgütlenmesini engelleyen birer araç haline gelmiştir. Sağ, bireyleri dini ve milliyetçi söylemlerle pasifleştirirken, sol ise yüzeysel eleştiriler ve söylemsel üstünlük çabasıyla hareketsiz bir taban yaratmaktadır.
İnsanlık Değerlerinin Kaybı
Sol ve sağ arasındaki bu kutuplaşma, insanlık değerlerinin aşınmasına yol açmıştır. Toplumun en temel insani refleksleri bile sloganlarla gölgelenmiş, empati ve dayanışma duyguları zayıflamıştır.
• Otel Yangını Örneği: Yakın zamanda yaşanan otel yangını faciası, toplumun bu duyarsızlığını ve örgütsüzlüğünü en açık şekilde ortaya koymuştur. Yangın sonrasında eğlencenin kaldığı yerden devam etmesi, toplumsal değerlerin ne kadar çürüdüğünü göstermektedir. Bu durum, sadece bireylerin değil, aynı zamanda toplumsal kurumların da sorumluluklarını yerine getiremediğini ortaya koymaktadır.
Çözüm Önerileri
Türkiye’nin çürüme ve kutuplaşma girdabından çıkabilmesi için, sol ve sağ siyasetin ötesine geçen bir anlayışa ihtiyaç vardır.
1. Toplumun Ortak Değerlerini Öne Çıkarmak: Kutuplaştırıcı söylemler yerine, dayanışma, empati ve adalet gibi ortak değerler üzerinden bir toplumsal uzlaşma sağlanmalıdır.
2. Eleştirel Düşünceyi Teşvik Eden Eğitim: Eğitim sistemi, bireyleri sorgulayan, eleştiren ve çözüm üreten bireyler haline getirecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır.
3. Örgütlenme ve Dayanışma Kültürünü Geliştirmek: Sol ve sağ söylemlerin ötesine geçerek, toplumu birleştiren sivil örgütlenmeler teşvik edilmelidir.
ABD Uşaklığı Particiliğe Karşı Halk
Türkiye’nin son 20 yıllık süreci, sol ve sağ söylemler arasındaki kutuplaşmanın toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini açıkça göstermektedir. Slogancılık ve yüzeysellik, hem solun hem de sağın ortak özelliği haline gelmiş, toplumsal örgütlenme ve dayanışma kapasitesini zayıflatmıştır. Sağ ve solun bu çürüme girdabından çıkabilmesi, ancak yüzeysel söylemlerden uzaklaşarak toplumun gerçek sorunlarına odaklanmasıyla mümkündür. İnsanlık değerlerinin yeniden inşa edilmesi, örgütlenme ve dayanışma kültürünün güçlendirilmesiyle bu süreç tersine çevrilebilir. Ancak bu, her şeyden önce eleştirel bir yüzleşmeyi ve samimi bir hesaplaşmayı gerektirir.
Kültürel ve Sosyolojik Boyutlar
Araştırma, cehaletin toplumsal yapılar üzerindeki etkilerini inceliyor ve düşük eğitim seviyesinin bireyleri manipülasyona daha açık hale getirdiğini vurguluyor. Toplumdaki eşitsizlikler, bilgiye erişimdeki engeller ve statü yarışının başarılı bireyleri hedef haline getirdiği belirtiliyor. Ayrıca, popülist liderlerin ve medyanın, kitlelerin öfkesini başarılı insanlara yönlendirebildiği tespit ediliyor.
Psikolojik Boyutlar:
Psikolojik açıdan cehalet, “bireylerde başarısızlık duygularını dışsallaştırma eğilimini artırıyor”. Uzmanlara göre bu durum, bireylerin kendi hatalarını kabul etmek yerine başkalarını suçlaması ve kıskançlık gibi duygularla birleşerek düşmanlığa dönüşmesiyle sonuçlanabiliyor. Bu bağlamda, şu ifade araştırmanın psikolojik boyutlarını açıklıyor:
“Cehalet öyle derin bir suç teşvikidir ki, birey, gerçekdışı sanrılarla ailesine, çevresine ve iş arkadaşlarına karşı iftira ve şiddet eğiliminde olabilir. Kendi karanlık düşüncelerinin ağırlığı altında ezilerek, bu yükü başkalarına suçlama olarak yöneltir ve toplumsal huzura zarar verir.”
Felsefi Boyutlar:
Bilginin toplumda eşitsiz dağılımı ve eğitim sistemlerindeki yetersizlikler, cehaletin kökleşmesine neden oluyor. Bu bağlamda, eleştirel düşüncenin teşvik edilmediği toplumlarda bireylerin gerçek ile kurgu arasındaki farkı ayırt etmekte zorlandığı ifade ediliyor. Felsefi bakış açısıyla, cehaletin bireysel bir sorun değil, tüm toplumun iyiliğini etkileyen bir hastalık olduğu vurgulanıyor.
Bilimsel Boyutlar:
Nörobilimsel araştırmalar, cehaletin biyolojik ve evrimsel kökenlerine dair ipuçları sunuyor. Beynin tehdit algılama mekanizmalarının, sosyal kıyaslamalar ve grup dışı bireylere yönelik olumsuz tutumlarla bağlantılı olduğu belirtiliyor. Evrimsel olarak, gruptan farklı olan bireyleri tehdit olarak görme eğilimi, modern toplumda başarılı insanlara karşı önyargılara dönüşebiliyor.
Çürümenin Olgunlaşma Sanılması!
Araştırmacılar, cehaletin bireysel bir sorun olmaktan öte, toplumsal bir sorumluluk olduğunun altını çiziyor. Başarıya düşmanlık gibi davranışların, bireylerin cehaletle yüzleşmesi ve toplumsal dayanışmayı artıran politikaların hayata geçirilmesiyle azalabileceği ifade ediliyor. Yani çürümenin olgunlaşma ve normalleşme sanılması, toplumu ve geleceği yok etmektedir.
Cehalet, sadece bireysel bir eksiklik değildir. Sığ eğitimle desteklenen, böylece toplumun tüm katmanlarını etkileyen çürümedir. Bilimsel eğitim sistemiyle, eleştirel düşünmeyi teşvik ederek ve dayanışma kültürüyle sorunlar çözülebilir.