40,2605$% 0.13
46,7434€% 0.12
53,9764£% 0.26
4.321,42%0,57
10.219,48%-0,06
4784426฿%1.68037
02:00
Katledilenlerin çoğu çocuk ve genç yaşta insanlardı, geçimlerini sağlamak için sınır ticaretiyle uğraşıyorlardı. Bu olay, hukuki, felsefi ve toplumsal boyutlarıyla derinlemesine incelenmeyi hak eden bir insanlık suçudur. (Ekonomik suçlar saklı kalmak kaydıyla hukuksal bir irdelemedir!)
Felsefi İnsan Hakları Perspektifi
Katliam, insanlığın evrensel değerlerine açıkça aykırı bir eylemdir. İnsan hakları, her bireyin doğuştan sahip olduğu haklar bütünüdür ve devletlerin temel görevi bu hakları korumaktır. Bu bağlamda, Immanuel Kant’ın “Her birey, bir amaçtır ve asla bir araç olarak görülmemelidir” düşüncesi, Roboski’de yaşananları anlamada önemli bir referans noktasıdır. Kant’a göre insan onuru, hiçbir koşulda zedelenemez ve bu olayda devletin vatandaşlarına yönelik eylemi, bu temel ilkeyi açıkça ihlal etmiştir.
Katliam sonrası ölenler için “kaçakçı” veya “terörist” denilmesi, devletin eylemini meşrulaştırmaya yönelik hukuk ve ahlak dışı bir yaklaşımdır. Hannah Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, bu tür durumlarda sorumluluğun üstlenilmemesi ve yapılanların normalleştirilmesine ışık tutar. Roboski, insan hayatını araçsallaştıran bir devlet aklının trajik sonucudur.
Hukukun İhlali ve Adaletin Tesis Edilmemesi
Roboski Katliamı, ulusal ve uluslararası hukukun açık bir ihlalidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesi, yaşam hakkını güvence altına alır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesi de “yaşama hakkı”nı mutlak bir hak olarak tanımlar. Ancak, Roboski’de yaşam hakkı açıkça ihlal edilmiştir ve faillerin yargılanmaması, adaletin yerini bulmamasına neden olmuştur.
Hukuki süreçteki sorunlar:
1. Şeffaflığın eksikliği: Soruşturmanın etkili yürütülmediği ve delillerin toplanmadığı rapor edilmiştir.
2. Faillerin korunması: Sorumluluğu olan askeri ve siyasi yetkililer yargı önüne çıkarılmamış, bu durum hukuk devleti ilkesini zedelemiştir.
3. Uluslararası hukukun yok sayılması: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yapılan başvuru, iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle reddedilmiştir. Ancak bu, hukuki sürecin nasıl sistematik olarak etkisiz hale getirildiğini de gözler önüne sermektedir.
Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “Adalet, mülkün temelidir” sözü, bu bağlamda anlamını bir kez daha yitirmiştir. Adaletin yokluğu, toplumsal huzursuzluğun ve güvensizliğin temel nedenidir.
Toplumsal ve Psikolojik Etkiler
Roboski Katliamı, yalnızca kurbanların ailelerini değil, toplumun geniş kesimlerini de derinden sarsmıştır.
Olayın ardından:
1. Toplumda güvensizlik: Devlete ve yargıya duyulan güven ciddi şekilde zedelenmiştir. Devletin kendi vatandaşlarına yönelik bu şiddeti, toplumda korku ve kaygı atmosferini beslemiştir.
2. Toplumsal travma: Katliam, bireylerde ve toplumda kolektif bir travma yaratmıştır. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), özellikle mağdur ailelerde ve bölgede yaygınlaşmıştır. Bu tür olaylar, toplumsal kutuplaşmayı ve etnik ayrışmayı artırır.
3. Kamusal alanın yok edilmesi: Toplumsal travmanın etkisiyle kamusal alan, sorgulama ve itiraz alanı olmaktan çıkmış, bireyler sessizliğe mahkum edilmiştir.
Sosyal psikoloji bağlamında, Albert Bandura’nın “ahlaki kopuş” kavramı, bu tür olaylarda toplumun belirli kesimlerinin olaya duyarsızlaştırılmasını anlamak için kullanılabilir. Faillerin “terörist” olarak yaftalanması, ahlaki normların askıya alınmasına neden olmuş ve geniş kesimler, katliamı meşru bir olay olarak görmeye başlamıştır.
Çözüm Örgütlü Mücadele
Roboski gibi katliamların bir daha yaşanmaması ve adaletin sağlanabilmesi için çözüm, halkın partilerden, sendikalardan ve sözde sivil toplum kuruluşlarından bağımsız bir şekilde örgütlenmesinden geçmektedir. Hükümetin, Devletin ve kurumların işlediği suçların üstünün örtülmesi, ancak güçlü ve bağımsız bir halk hareketiyle durdurulabilir.
Bu noktada Antonio Gramsci’nin “organik aydınlar” kavramı önemlidir. Gramsci’ye göre, halkın kendi kaderini tayin edebilmesi, kendi içinden çıkan bağımsız liderlik ve örgütlenmelerle mümkündür. Bu, yalnızca adaletin sağlanmasını değil, aynı zamanda toplumsal barışın ve özgürlüğün temelini de oluşturur.
Atatürk’ün “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” sözü, bu bağlamda halkın kendi haklarını savunma gücünü simgeler. Egemenlik yalnızca oy vermekle değil, aktif katılım ve örgütlenmeyle hayata geçebilir.
Böylece!
Roboski Katliamı, bir devletin insan hakları, hukuk ve toplumsal güven alanlarında nasıl başarısız olduğunun somut bir örneğidir. Adaletin sağlanmadığı ve hakikatin üstünün örtüldüğü her durumda, toplumun vicdanında derin yaralar açılır. Bu yaraların iyileşmesi, ancak adaletin tesis edilmesi, halkın bağımsız örgütlenmesi ve gerçek bir yüzleşmeyle mümkündür. Nietzsche’nin dediği gibi, “Hakikat, ne kadar acı olursa olsun, adaleti inşa eden temeldir.” Roboski’nin hakikati de adaletin ve insanlığın temeli olmalıdır.
1
Alevilik Din Değil İnançtır! Devlet Değil İnsan Kurtarır!
366804 kez okundu
2
Die Einflüsse des Alevitentums auf Literatur und Philosophie: Eine soziologische, psychologische und philosophische Untersuchung
7620 kez okundu
3
Roboski Katliamı Özelinde İnsanlık, Hukuk ve Toplumsal Güven Üzerine Bir Felsefe
3610 kez okundu
4
Alevilere Yönelik Katliamlar ve Kültürel Soykırım Gerçekliğinde İnsanlık Suçları ve Tarihsel Manipülasyonlar
2376 kez okundu
5
İnanç‘tan Dine Ulu Nuh‘tan Günümüze İnsan ve Kinsan!
1603 kez okundu