DOLAR

40,2605$% 0.13

EURO

46,7434% 0.12

STERLİN

53,9764£% 0.26

GRAM ALTIN

4.321,42%0,57

BİST100

10.219,48%-0,06

BİTCOİN

4784426฿%1.68037

İmsak Vakti a 02:00
İstanbul AÇIK 31°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a

Devrimci Potansiyelin Yitirilmesi ve Siyasal Hegemonya

Particiliğin Yeni Sosyal Hareketler ve Sosyal Medya Aktivizmi Üzerindeki Kısıtlayıcı Etkisi: Devrimci Potansiyelin Yitirilmesi ve Siyasal Hegemonya

21. yüzyılın toplumsal ve siyasal dinamikleri, 20. yüzyılın sınıf temelli hareketlerinin ötesine geçerek kimlik, çevre, toplumsal cinsiyet eşitliği ve bireysel özgürlükler gibi post-materyalist taleplerin şekillendirdiği yeni sosyal hareketlerle belirginleşmiştir. Bu hareketler, daha yatay, kolektif ve çoğulcu bir mücadele arayışındadır. Ancak, bu potansiyel devrimci hareketler, geleneksel particilik yapılarının etkisiyle sınırlanmakta ve başat siyasi partilerin ideolojik eksenine sıkışmaktadır.

Particiliğin yeni sosyal hareketlerin özgün çok sesliliğini nasıl kısıtladığını ve devrimci siyasal dinamikleri nasıl baskıladığını, hegemonya kavramı üzerinden okumak kolay olacaktır. Ayrıca, sosyal medya aktivizmi üzerinden, bireylerin kendilerini siyasal olarak aktif hissetmelerine rağmen, nasıl sığ bir katılım düzeyinde kaldıklarının analizi sanıyorum ki çok açıktır. Sosyal medyada ortaya çıkan clicktivism ve slacktivism pratikleri, devrimci mücadelenin yerini yüzeysel bir tatmin mekanizmasına bırakarak gerçek toplumsal dönüşüm olasılıklarını zayıflatmaktadır. Son olarak, sağ ve sol eksenli particiliğin, din, kültürcülük, milliyetçilik, kimlik siyaseti gibi konuları nasıl tekeline alarak aktivistleri hegemonik bir düzenin parçası haline getirdiği özellikle modern toplumlarda çok belirgin bir şekilde gözlemlenmektedir.

Particiliğin Yeni Sosyal Hareketler Üzerindeki Kısıtlayıcı Etkisi

Yeni sosyal hareketler, sınıfsal taleplerin ötesinde, kimlik, ekoloji, toplumsal cinsiyet ve bireysel özgürlük gibi çok çeşitli meseleleri gündeme taşıyan post-materyalist bir yapıya sahiptir. Bu yapının kendisinin zaten devrimci duruşu ve insancıl kültürel gelişimi engellediği aşikarken, bu yeni durumuyla daha sığ ve yanılgısal bir gerçekliği toplumsal bir başarı gibi göstermektedir. 

Alain Touraine ve Jürgen Habermas gibi düşünürler, bu hareketlerin, kültürel kodları ve toplumsal ilişkileri dönüştürme potansiyeline sahip olduğunu vurgular. Ancak, bu devrimci potansiyel, siyasi partilerin belirleyici hâkimiyeti altında zayıflar ve sınırlı bir çerçeveye indirgenir. Antonio Gramsci’nin hegemonya kavramı, bu durumu açıklamak için kritik bir referans noktasıdır. Gramsci’ye göre, hegemonya, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ideolojik bir kontrol mekanizmasıdır ve egemen sınıflar, kendi ideolojilerini toplumun geneline dayatarak, bu kontrolü meşrulaştırırlar. Particilik de, toplumsal hareketleri hegemonya altında tutarak, onları kendi çıkarlarına göre yönlendirir.

Chantal Mouffe’un radikal demokrasi kuramı, toplumsal hareketlerin sağ ve sol eksenli partilerce nasıl kontrol altına alındığını daha net bir biçimde açıklayabilir. Mouffe, demokratik siyasetin çatışmacı bir doğası olduğunu, bu çatışmanın özgün bir politik alan yarattığını öne sürer. Ancak partiler, bu çatışmacı doğayı kendi siyasi çıkarları doğrultusunda baskılayarak, hareketleri tek bir siyasi çizgiye yönlendirir. Böylece, toplumsal hareketler, çok sesli ve eleştirel doğalarını kaybeder ve yalnızca bir partinin ideolojik sınırlarına sıkışır.

Bu süreç, Jacques Rancière’in polis düzeni kavramıyla açıklanabilir. Rancière’e göre, polis düzeni, bir toplumun sosyal ve siyasal ilişkilerini düzenleyerek, bu ilişkilerin çerçevesini belirleyen normatif bir yapıdır. Siyasi partiler de, bu düzenin bir parçası olarak, toplumsal hareketlerin eleştirel ve devrimci doğasını bastırır ve onları mevcut düzenin bir parçası haline getirir. Yeni sosyal hareketler, particiliğin hegemonik yapısına entegre edildiğinde, devrimci potansiyellerini kaybederler ve birer parti politikası aracı olarak işlev görmeye başlarlar. Zira sosyal hareketleri ifade eden örgütler içerisinde bir çok kişi “Biz X Partisi’nin arka bahçesi değiliz” dese de ne yazıkki bütün dernekler, federasyonlar, vakıflar, forumlar ve yeni sosyal hareketleri temsil edecek gruplar, hatta sendikalar bu yapının içerisine bilinçli veya bilinçsizce entegre olmuştur.

Sağ ve Sol Particiliğin Hegemonyası: Din, Milliyetçilik, Kültürcülük, Özgürlük, Modernlik ve Kimlik Siyaseti

Sağ ve sol olarak temelde ikiye ayrılan particilik, kendi yelpazelerinde var olan çeşitli ideolojik meseleleri – din, milliyetçilik, kültürcülük, kimlik siyaseti, çevrecilik, toplumsal cinsiyet ve benzeri konuları – tekelleştirerek toplumsal hareketleri hegemonik bir düzene tabi kılmaktadır. Sağ partiler, genellikle milliyetçilik ve dinî değerleri ön plana çıkarırken, sol partiler ise kimlik siyaseti ve çevresel meselelerini kendi çıkarlarına göre araçsallaştırmaktadır. Her iki durumda da, yeni sosyal hareketler, bu hegemonik düzene entegre edilerek devrimci ya da taleplerini özgün bir biçimde geliştirme olanağından mahrum bırakılmaktadır.

Bu durumu açıklarken, Michel Foucault’nun iktidar ve bilgi arasındaki ilişkisine değinmek gerekmektedir. Foucault’ya göre, iktidar, sadece bir baskı mekanizması olarak değil, aynı zamanda bilgiyi kontrol eden ve üreten bir yapı olarak işlev görür. Partiler, kendi ideolojik çıkarlarını topluma dayatırken, aynı zamanda bu çıkarları meşrulaştıracak bilgi rejimlerini de kurarlar. Dinî değerler, milliyetçilik, kültürel semboller ya da kimlik siyasetini, kendi ideolojik projeleri doğrultusunda araçsallaştırarak, toplumun geniş kesimlerini bu projelere dâhil ederler. Bu bağlamda, hem sağ hem de sol partiler, toplumsal hareketlerin özerkliğini sınırlayarak, onları hegemonik bir kontrol altında tutarlar.

Louis Althusser’in ideolojik aygıtlar kavramı da bu süreçte kilit bir role sahiptir. Althusser’e göre, devletin ideolojik aygıtları, bireyleri belirli bir ideolojik yapının içine yerleştirerek, onları “özne” haline getirir. Bu özneleşme süreci, bireylerin kendi özgün taleplerini ortaya koymalarını engeller ve onları mevcut ideolojilere tabi kılar. Partiler, bu ideolojik aygıtlar aracılığıyla, yeni sosyal hareketlerin özgünlüklerini bastırarak, onları kendi çıkarlarına uygun bir hale getirirler. Böylece, bu hareketler, devrimci doğalarını yitirerek, mevcut düzenin birer uzantısı haline gelirler.

Sosyal Medya Aktivizmi: Yüzeysel Katılım ve Devrimci Mücadelenin Zayıflaması

Yeni sosyal hareketlerin örgütlenme ve iletişim kanallarını çeşitlendiren en önemli gelişmelerden biri, dijital medya ve özellikle sosyal medya platformlarının ortaya çıkmasıdır. Manuel Castells’in Ağ Toplumu teorisiyle açıkladığı bu süreç, bireylerin toplumsal hareketlere daha geniş çapta katılımını mümkün kılmaktadır. Ancak, sosyal medya platformları, devrimci potansiyeli zayıflatan yüzeysel eylemlerle doludur. Clicktivism ve slacktivism terimleri, bireylerin sosyal medya üzerinden gerçekleştirdikleri sembolik ve yüzeysel eylemleri tanımlar. Bu eylemler, bireylerin toplumsal değişim süreçlerine derinlemesine katılmak yerine, yalnızca bir “bir şey yapma” hissiyle kendilerini tatmin ettikleri mekanizmalar haline gelmiştir.

Evgeny Morozov, bu tür yüzeysel katılım biçimlerini eleştirerek, sosyal medya aktivizminin gerçek anlamda siyasal dönüşüm yaratma kapasitesine sahip olmadığını savunur. Morozov’a göre, sosyal medya platformları, bireyleri stratejik ve uzun soluklu bir mücadeleye sokmak yerine, onları anlık ve sığ eylemlerle oyalayan bir sistem yaratır. Bu süreç, devrimci mücadelelerin derinlikli bir analiz ve örgütlenme gerektiren doğasını zayıflatır ve toplumsal değişim olasılığını büyük ölçüde azaltır.

Zygmunt Bauman’ın modernite eleştirisi bu duruma ışık tutar. Bauman’a göre, modern toplum, bireyleri sürekli olarak hızlı tüketim ve kısa süreli tatminlere yönlendirir. Sosyal medya, bu tatmin mekanizmalarından biri olarak işlev görür. Bireyler, bir gönderiyi beğenerek ya da paylaşarak kendilerini siyasal olarak aktif hissederler, fakat bu eylemler gerçek devrimci bir dönüşüm için gerekli olan örgütlenme ve stratejik mücadeleden yoksundur. Jodi Dean’in komünikatif kapitalizm kavramı da burada devreye girer: Sosyal medya aktivizmi, kapitalizmin bir uzantısı haline gelerek bireyleri toplumsal dönüşüm süreçlerinden uzaklaştıran bir yanılsama yaratır.

Sosyal Medyada Particilik ve Yüzeysel Siyaset

Sosyal medya, aynı zamanda particilik anlayışının yeniden üretildiği bir alandır. Partiler, sosyal medya platformlarını kendi ideolojik projeleri doğrultusunda kullanarak, bireylerin siyasi angajmanını dar bir çerçeveye hapsederler. Marshall McLuhan’ın “araç mesajdır” anlayışı, burada açıklayıcıdır: Sosyal medyanın yapısal özellikleri, bireylerin katılım biçimlerini şekillendirir ve derinlemesine analizlerin yerini kısa ve yüzeysel tepkilere bırakır.

Bu durum, particiliğin sosyal medyada yeniden üretilmesine ve hegemonik bir kontrol mekanizması haline gelmesine yol açar. Partiler, sosyal medya üzerinden siyasi gündemi belirlerken, bireylerin eleştirel düşünme kapasitelerini zayıflatır ve onları partinin dar çıkarlarına tabi kılar. Bu süreçte, toplumsal hareketlerin devrimci enerjisi, parti politikalarının propaganda aracı haline gelir ve bireyler gerçek bir siyasal eylem yerine, sosyal medya üzerinden sığ bir katılım gösterir.

Ne Yazık ki!

Particilik, yeni sosyal hareketlerin devrimci potansiyelini sınırlayan ve çok sesliliği körelten en önemli engellerden biridir. Sağ ve sol eksenli partiler, din, milliyetçilik, kültürcülük, kimlik siyaseti gibi meseleleri kendi tekellerine alarak, bu konularda söz sahibi olan devrimci veya talepkâr aktivistleri kendi politik yaklaşımlarına uymak zorunda bırakır. Ki bu sınırlılık hali direk olmasa bile otokontrol şeklinde kendini göstermektedir. Söz konusu hegemonya, bilinçli ve bilinçsiz bireyler üzerinde ciddi bir tahakküm kurar. Aynı şekilde, sosyal medya aktivizmi de bireylerin yüzeysel siyasal katılımını teşvik ederek, gerçek toplumsal dönüşümün önündeki engellerden biri haline gelir. Devrimci bir siyasal dönüşüm, particilik ve sosyal medya aktivizminin yüzeyselliğinden kurtulup, “radikal”, stratejik ve eleştirel bir mücadele anlayışına dayalı olmalıdır.

YORUMLAR

s

En az 10 karakter gerekli

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

HIZLI YORUM YAP